Dışarıda durmaksızın yağan yağmurdan kaçıp, Roma yakıldıktan hemen sonra inşa edildiği her halinden belli bir binaya atıyorum kendimi.. Nautilus şeklinde yukarı doğru uzayan ince ve uzun merdivenler yahut demir parmaklıkları olan asansör arasında kararsız kalıp ikisine de bir bakış atıyorum.
"Her zaman bu asansörlere binmek istemişimdir!"
Asansör usul usul ve hiç acelesiz yukarı tırmanırken, ben henüz bilinmezliğin verdiği huzurla içimden bir şarkı mırıldanıyorum.. Garip bir gıcırtıyla duraklayan asansörün kapısını açıp hemen karşımda gördüğüm kahverengiden siyaha dönmeye meyilli bir kapıyı tıklatıyorum. İçeriden gelen sesler bir müddet duraksıyor, ilgi çekebildiğime seviniyorum.. Saçları ve sakallarının uzunluğu ile kendi boyunun uzunluğunu kıyaslayamayacağım olanca gri bir adam açıyor kapıyı;
"Büyücüleri her zaman sevmişimdir! En kötüsünü bile!"
Dışarıda akmakta olan hayatın aksine sıcak ve olabildiğine sakin büyük bir salonda, bir sandalye seçiyorum kendime... Kimseyle tanışmıyorum, sanki herkes beni tanıyor ve sanki ben de daha önce hiç görmediğim bu yüzlere aşina gibiyim.. Hoşuma giden sakinlik uzun sürmüyor. Neyse ki biliyorum;
"Bu dwarflar her zaman böyle tezcanlıdır!"
İçine girilecek olan bir macera hakkında birbirleriyle yarışırcasına fikirler savuruyorlar etrafa. Ben bir maceraya girmek istediğimden emin değilim. Bir yandan da,
"Şu an hangi Tolkien kitabındayım acaba?!" diye heyecanlara kapılıyor, en çok kendi sesim çıksın ve sayfaya sözlerim bir bir düşsün diye fikirlerimi sunmaya başlıyorum. Muhakkak yola başlanmadan zihinden çıkan her öneri gibi, benim cümlelerim de bir o kadar saçma. Bu yüzden kafamı farklı bir yöne çevirip, dinlememeyi tercih ediyorum..
Hakim olan ufak çaplı kaostan gong sesleri ile kurtuluyoruz. -Kurtulmak mı dedim?!- Bu anı daha önce yaşamıştım, fakat bir deja vu olamayacak kadar kötü, bunu hissedebiliyorum. Dwarflar olanca hızları ile merdivene koşarlarken bir koyun edası ile peşleri sıra koşmaya başlıyorum. Onlara güvenip güvenemeyeceğim bilgim dahilinde olmayan, yalnızca bir iç güdü.. Saçma bir telaşla apartmana doluşuyoruz, nedenini anlamak için bir saniyemi bile ayırmıyorum.. Tam kapıyı görüp gün ışığına kavuşmaya adım atmışken kulağımdaki ses kolumdan tutup farklı bir yöne kaçmamı söylüyor, bununla da yetinmeyip yönümü değiştiriveriyor. Merdivenlerin hemen altında bir kapıdan içeri girerken buluyorum kendimi.. İçeri girdiğim gibi kaçtığımızı anladığım orc'lar karşımda beliriyor bir bir, çirkin dişleri ile. İlk defa böyle bir korku hissediyorum. O zevk aldığım korkulardan apayrı, iç organlarımı ağzımdan çıkarmamak için kendimi zorladığım bir korku. Başıma gelenler için o çirkin sakallı dwarf'ları suçlarken bir alt geçide sapıyorum aniden. Sonunda ışık gördüğüm geçit, aynı kapının farklı bir açıdan görünümüne çıkıyor.
"Hay aksi! Bu m uydu kestirme dediğiniz!"
O eski püskü ve olanca ihtişamlı asansör için zamanım var mı bilmiyorum ama hiç düşünmeden içine atıyorum kendimi. Belki de gidilecek en yanlış yere gitmeyi tercih ediyorum;
"Hadi, bu binanın en tepesine çıkmam gerekli, hadi daha hızlı!"
Asansör beni dinlemiyor, besbelli.. Bir an içinde bulunduğum kitabı unutup, herhangi bir kahramanlığa karışmadığım için utanıyorum kendimden. Kitapların aksine diğerlerinin ne yaptığı umrumda bile değil, içimde onlara karşı bilinmez bir öfke var.
Tam bunlar zihnimde salınırken asansör büyük bir gıcırtı ile duruyor bu defa. Hiçbir şey yaşanmamış gibi bedenimde hakim olan sakinlik ile bembeyaz bulutlu bir gökyüzüne açıyorum demir ve olabildiğine ağır kapıyı. Güneş beni gözlerimi kapatmaya zorluyor, diğer yandan esen tatlı rüzgar saçlarımı suratıma doğru savuruyor usulca. Sonunda alışıp etrafa göz gezdirmeyi aklımdan geçirirken gördüğüm o inanılmaz manzaraya kilitleniyor gözlerim, tüm bedenim ve nefesim.
Çırılçıplak bir kadın boylu boyunca uzanmış yatıyor, taşın üzerinde. Başında eğilmiş simsiyah bir adam, katanasını kınına koyuyor, soğuk bir sakinlik geziniyor teninin üzerinde. Hayatımda gördüğüm hiçbir şeye bu kadar hayran olmamıştım belki de.. Aniden kanamaya başlıyor enine kesilmiş kadının vücudu, taş usulca kırmızıya boyanıyor, adamın gözlerinde ne zafer var, ne pişmanlık. Ne üzüntü var, ne sevinç. Kadın kanadıkça huzur doluyorum;
"Bu berrak gökyüzünün görüp görebileceği en muhteşem şey!"
O aniden yok olmadan, ben açıyorum gözlerimi... Perdeyi aralayıp, yağmurlu ve gri gökyüzüne göz gezdiriyorum. Ayak ucumdaki kedi, anlayamadığım dilde bir şeyler söylüyor, yorganımı başıma kadar çekip, bu dünyaya olan nefretimi bir kez daha hatırlıyorum...
...dream-
Sordum söylemedi kimse. Şapşal şapşal baktılar yüzüme. İfadesiz. Sanki bilmek zorundayım. Sanki ayıpmış bilmemek. Sanki sormak günah! Kaçıncı katta kardeşim bu şerefsiz. Silahımı istedi kapıdaki görevli. Ötmüşüm sıçtığımın aletinden geçerken. Üstümü aramak zorundaymış. Ulan piç! Doğru yerde miyim onu söyle önce. Sonra belki izin veririm kıçımı avuçlamana.
YanıtlaSilNe o? Niyetini bilmediğimi mi sandın pis abaza! 50 Km öteden alırım ben senin azmışlığının kokusunu. Daha adımlarken o yolu; ayak üstü soydun beni. Sikmeyi ise sonraya bıraktın. Kaçıncı katta diyorum. Bir küçük kız geliyor yanıma. Dediklerini yap o zaman belki söylerler diyor. Korku filmlerinden fırlamış gibi, düz siyah saçlı, beyaz tenli bir küçük orospu. Aldanmıyorum ona da. Biliyorum birazdan yüzünde derin siyah yaralar açılacak vıcık vıcık, gözlerinin beyazı damar damar kanlanacak ve kafasını çevirecek 360 derece vücudunu hiç kımıldatmadan. Çatal dilini sallayıp, tükürükler saça saça eski ahit'in İbranicesinde kulağa kutsal gelen küfürler edecek. Oysa kesif bir sülfür kokusu var nefesinde. Seni de tanıyorum. Naif görünümünün altında yatan o fahişeyi de.
Silahımı çekip basıyorum tetiğe. Her birini tam kaşının ortasından mıhlıyorum. Diğerleri kaçışıyor.
Bir ihtiyarı yakalıyorum saçlarından. Saçları elimde kalıyor. Kolunu tutuyorum. Kolu elimde kalıyor. Tam boynundan tutuyorum bu sefer. Yeşil dili ağzının kenarından sarkarken sıkıyorum boğazını. Ağzı ölüm kokuyor. Benim için uyandırılmış olmalı yattığı lanetli uykusundan. Kaçıncı katta diyorum. Kaçıncı kat söyle sefil yoksa seni sonsuza kadar acılar içinde yaşatırım. 5 diyor. Ne olur bırak beni! Söyledim işte.
Eski asansörün zincir kapısını açıyorum. İçeri girip basıyorum düğmeye. İlk katta insanlar var. Çıplaklar. Ulu orta sevişiyorlar ağır çekimde. Bir kadının inlemesi dolduruyor her yanı. İnip sevişmek istiyor bir yanım. Vücudum şehvetle arzuluyor kadını. Diğer yanım onu durduruyor. Tuzak diyor inme... İnanıyorum.
İkinci katta zincirlere vurulmuş insanlar piramitlere taş taşıyor. Başlarında kırbaçlarıyla, Firavunun adamları. Yardım et diyor biri. Yardım et bizi eziyorlar. Aptallar. Bir diktatörü bir diğerine tercih edenlerle işim olmaz benim. Musa yı bekleyin diyorum.
Üçüncü katta, tanıdığım tüm büyük ayyaşlar içiyorlar. Bir masanın etrafında. Ellerinde kalem ve kağıtlar. Dizeler dudaklarında. Durduruyorum asansörü. İniyorum. Her şeyden vazgeçilecek kadar güzel satırlar kazınmış ahşap masanın kenarlarına. Bizimle kal diyor biri. Bir yanım oturmuş içiyor. Diğeri şiirleri ezberlemeye başlamış. Öbürü çekiştiriyor beni. Gidelim diye çekiştiriyorum bir tanesini. Hadi diyorum bitirmeliyiz bu işi. Beni tekme tokat döverek sallıyor asansörden içeri. Ve bağırıyor. "Siktir git" Ben burada kalmayı seçiyorum.
Dördüncü katta bir kum saati. Akmadan duruyor öylece. Zamanın durduğu bir yerdeyim anlıyorum. Ölümsüzlüğü sermişler önüme. İplemiyorum bile. Yoluma devam ediyorum.
Beşinci katta iniyorum. Upuzun bir salon. Duvarları brüt beton ve zemini masif ahşap. Odanın ortasında yerde yatmış bir kadın. Kan gölünün içerinde. Elimi koyuyorum şah damarına. Ölmüş. Geleceğimi bildiği için. O an aklımda kalsın ve yok olmasın hayalimden diye bir daha. Ne kadar zavallı bir düşünce. Bu kadar zavallı bir adama fazla bile. Ölenle ölünmüyor. Çıkıp biniyorum asansöre. 4. Katta yalnız kalıyorum bir süresizliğine. Zamanın geçmemesine doyuyorum. 3. katta diğerlerimle buluşup içip eğleniyorum. Şiirler yazıyorum geberen sevgililer üstüne. 2. kattaki ezikleri pas geçerken Musa' ya selam veriyorum. 1. katta inip sevişiyorum o kadınla. Bana aşık olma diyorum. Boşuna. Bundan önce ki 5. katta kanlar içinde yatıyor hala. En alt kata inip çıkıp gidiyorum kapıdan. Bu sefer o alet ötmüyor bile. Gerçek hayatta silahlara izin veriliyor. Ve ben bunu seviyorum.