12 Mart 2012 Pazartesi

Bir film karesinden, bir kitabın en heyecanlı sayfasından fırlayıp gelmişti sanki adam...
O heyecanlı hikayelerdeki, kadına elini uzatıp "hadi gidelim buralardan"  diyebilecek bir kahraman gibiydi adeta..
İnsanın ona inanası, ona muhtaç olası, ona sığınası, onunla merak etmeksizin her yere gidesi gelebilirdi..
Hem şevkatle saçlarını okşar gibi yapar, hem de bir o kadar umursamaz davranırdı. Kaçsa, kaçmazdı ama sen kaçsa da kovalasam diye bekler dururdun! O kaçmazdı da, gelmezdi de.. Öylece durur, bazen konuşur, bazen sustuğu bile mutlu ederdi..
Camdan bir heykele gösterdiğin titizlikle davranman gerekliydi ona, kafesinden her an ormanın yeşilliklerine kanatlanabilecek bir güvercin gibi ellerinin arasından kayıp gidebilirdi, itiraf etmeksizin korkardın bundan içten içe..
Bu sefer öldüresin gelmedi.. Onu yaşatmak, en çok onu yaşamak istedin.. "Yalan mı? Ah keşke olmasaydı ama..." Ama'larla biten bir cümleyi bile önemsemedin, belki de o amansız sevgi, peşine düşecekti sonunda.. Aklından çıkmayıp, üstelik bir de kalbini tırmalamaya başlayacaktı..
"Olsun..."du.. Her savaşa galibiyeti kabullenmiş şekilde koşmuyor muyduk zaten? Buna rağmen, sonunda ölmüyor muyduk o savaşların? Daha önce ölmemiş miydik? "Olsun..."du.. Yine ölünür, gerekirse..
Bir tahterevallinin karşılıklı koltuklarında oturuyoruz sanki. Önümüzde uzun bir hayat var, ama birbirimize adım atamıyoruz.. Birimiz adım atmak için doğrulsa, öbürü düşecek, biri dengeyi bozsa, diğeri yenilecek... Sonunda biri bu oyundan sıkılıp, diğerini yerle bir ederek, uzaklaşacak o kum havuzundan. Sanki bekliyoruz, önce kim doğrulacak ve ardına bakmadan koşmaya başlayacak diye...
Belki de yalnızca, o hayattan vazgeçip, karşılıklı bakarak geçecek bir ömür.. "Olsun!"... 
Sanki dile dolanmış, adı akla gelmeyen bir melodi gibiydi adam... Adını hatırlayana kadar peşinden koşulacaktı, sağda solda herkese sorulacak, dudaklardan dökülecekti bir bir...
Nefretler edilecek, bir takım kimselere sövülecek, bir rakı sofrasında meze olunacak, salondaki kanepede alelacele sevişilecek, bir şarkı söylenecek, bir şiir okunacak, bir kadeh duvara fırlatılacak ve ceketini alıp kapıdan çıkan adama yaşlı gözlerle bakılacaktı yine..
Daha çok iş vardı, yapılması gereken, üstelik yorgun da değildi o kadın..
Belki adam tahterevalliden yavaşça kalkıp, beyaz atına binerek kadını belinden tutup, o yeşilliğe doğru uzaklaşacaktı!
Tam o sırada gözü saate ilişti..
"Saat hayalleri çeyrek geçiyor, uyku vakti..."

2 yorum:

  1. "Sen Tanrı mısın" diye sordu kadın. Hayran bakan gözlerinde yaş vardı. "Hayır" dedi çocuk. "Sen melek misin" dedi kadın. "Hayır" dedi çocuk. "Hayal misin" diye sordu kadın. "Hayır" dedi çocuk. Ama parlıyorsun dedi kadın. "Hayır" dedi çocuk. "Sen, aşıksın hala ve ağlıyorsun" Gözlerini sildi kadın. Çocuk yok oldu.

    YanıtlaSil
  2. Çantasından, alelacele sözlüğünü çıkardı kadın.. "Aşk.. aşk... bir yerlerden tanıdık geliyor ama?..." Bir sözlüğe baktı, bir kendi içine.. "Sevgi, bağlılılık" vesaire diyorlardı, kendi içinde attığı çığlıklar hep olanca tizliği ile yankılanıyordu, boşluktan... Bir halisünasyon hali olarak belirip, daha sonra terk edip gidenler hariç kimseye çarpmamıştı o çığlıklar, neyse ki kadın alışkındı halisünasyonlara, yoksa tüm gün o numaracı veledin peşinden koşturup, izini sürebilirdi... Yorganını çekip, ıslak yastığın kuru yüzünü çevirdi, uyumak en etkili uyuşturucusuydu...

    YanıtlaSil