26 Mart 2012 Pazartesi

Eski...

eski bir pikap
eski bir plaktan
çok daha eski bir parça çalarken,
sen de çok daha eskilerde,
çok daha geçmiş zamanlarda,
çok daha uzak günlerde olmak istiyorsun...
ayrı bir ülke,
başka bir şehir,
değişik bir kültür istemiyorsun belki ama,
ayrı bir "zaman" istiyorsun...
bu zamanın getirdikleri yoruyor,
kafan kaldırmıyor,
her şeyi bilmek,
her şeyden haberdar olmak,
tüm o çirkinlikleri, birebir şahit olmamana rağmen yaşamak zorunda olmak,
kaldıramayacağın bir durum haline geliyor...
tüm bu imkanlardan,
"iletişim"den bunalıyorsun,
kaldıramıyorsun artık...
başka bir "zaman"ın kollarına bırakıyorsun kendini,
o zamanın şarkıları yankılanırken,
bir an olsun bile düşünmüyorsun ama,
gözünden ufak bir damla yaş akıveriyor işte,
belki biraz canın yanmıştır...
gözlerini yeniden açana kadar,
başka bir "zaman"ın kollarında,
dans ediyorsun doyasıya...

***


eski bir fotoğraf, tebessüm ettirebilir bir miktar,
ya da gözlerimi doldurabilir, yaşlarını akıtmadan..
eski bir tat, heyecanlandırabilir biraz,
ya da gözlerimi kısabilir biraz, hatırlamaya çalışır gibi...

eski bir şarkı, hüngür hüngür ağlatır elbet,
çok mu neşeli? hüngür hüngür ağlatır...
aşktan mı bahsediyor?
sevinçten?
hüzünden?
ayrılıktan?
beraberlikten?
hüngür hüngür ağlatır...
eski bir şarkı, ne anlatırsa anlatsın, özlem demektir..
özlem, hüngür hüngür ağlatır...

eski bir koku...
işte o canıma okuyabilir..
ne ağlatır,
ne güldürür,
ne düşündürür...
lanet bir yumru gibi boğaza takılır, orada durur...
lanet bir öfke gibi burun deliklerimi taciz eder,
nefes almaktan soğutur...
dünyadaki en güzel şey olur bazen,
çok koklayınca, bitmesinden korkarsın,
daha çok duymak için kokuyu, alabildiğin en büyük nefesi almaya çalışırsın...
bir koku,
her şeyi yıkabilir
ve yeniden yapabilir, her şeyi...

eski olanlara dokunmak, tehlikelidir yalnızca...
eski göz yaşlarına,
eski bir gramofona,
eski bir saza,
eski bir dosta,
eski bir sevgiliye,
eski bir şehire,
dokunmak,
olmaması gerekecek kadar,
tehlikelidir..

***






1 yorum:

  1. Camın önüne gelip "Eskiler alıyorum. Eskiler. Eskiciiiiiiiii" diye bağırdı.
    Bir merak düştü içime. Perdenin yanına yaklaştım. Hafifçe araladım. Göz ucuyla baktım tahta arabasının tezgahına. Yüzlerce "ben" vardı. İşte bu; artık kimsenin bana ihtiyacı olmadığını öğrendiğim andı...
    Çıkıp evden, bir fahişenin kollarına attım kendimi. Ağladım. O da benim kollarımda ağladı. Tam sevişecekken;
    "Eskiciiiiiiiiiiiiiiiii" diye bağırdı yine, camın önünden. Koşup baktık. Yüzlercesi uzanmıştı bizlerden. Hangimiz daha orospuyduk anlayamadık.

    YanıtlaSil