26 Haziran 2012 Salı

Razorblade...

Dizleri hariç, hiç kanamamış insanlar var..
Canlarının yanmasından deli gibi korkuyorlar.. Diğer insanların yaptıkları yüzünden, canları yeterince yanıyor zaten.. Pürüzsüz ciltlerine zarar gelmesini istemiyorlar. Acılarını sonuna kadar ruhen yaşamak istiyorlar... 

Geçmişten küçük bir kız, bir şeyler anlatmak istiyor...


Acılarımı büyütecek kadar küçük bir yaştayım, bugün, bu karanlık odada.. İç dünyama kıyasla oldukça küçük ve oldukça dar.. Sevmediğim bu evdeki bu oda, tüm huzursuzluklarıma açılıp, kapanan, bir kapı gibi.. 
Hemen karşısında bir banyo kapısı var.. Ezan sesi ile birlikte beni en huzursuz eden şeylerden biri de, bu kapı.. 
Annem ve babam, bu evde yoklar.. Babam, olması gerekenden daha uzun bir süredir yok.. Annem, alışık olduğumdan çok daha uzun zamandır yok.. 
Olmaması gereken bir sürü insan var.. 
İçten içe yaşamayı hak etmediğim, zorunda olmadığım şeyler oluyor.. Neden hak etmediğimi ve katlanamadığımı, daha sonra anlayacağım.. Henüz anlayamıyorum.. 
Dostoyevski okuyorum.. 
Şarap, güzel geliyor.. Vodka kusturuyor.. 
Babamı özlüyorum, çok acı çekiyorum. Aşık olduğum ilk erkeğin yokluğuna tahammül edemiyorum. 
Bu odanın duvarlarına tahammül edemiyorum..
Bir şekilde canım yanıyor, göremiyorum...
Manevi halden maddi hale bürünmelerini, onları seyredebilmeyi istiyorum... 
Banyoda, aynanın önünde minik jiletler var..
Aklımdan neler geçiyor bilemiyorum... 
Bir tanesini, kaygan kağıdını bozmadan çıkarıp avuçlarımın arasına alıyorum,
iki adım sonra odamdayım.. 
Parmaklarımı üzerinde gezdiriyorum.. 
Keskin bir tarafı yok gibi?
İncecik, ağır da değil.. 
Bunu git gide merak ediyorum.. 
Sağ kolumu kendime çeviriyorum.. 
Enlemesine bir çizgi.. Hiçbir şey olmuyor.. 
Bir şey görünmüyor.. acı yok, kesik yok, kan yok.. 
Hafif bir çizgi daha.. 
Hiçbir şey olmuyor.. 
Bir tane, bir tane, ve bir tane daha.. 
Anlayamıyorum, böyle olmamalı.. 
Hafif jileti masanın üzerine öylece bırakıyorum. 
Belki de ben tam bir korkağım.. Minik korkağın teki.. 
Kimse uyanmadan şunu yerine koymalıyım.. 
Banyonun ışığı gözümü alıyor, karanlık ve ufak odadan sonra..
Aynaya bakıyorum, jileti kağıdına yerleştiriyorum.. 
Yoğun bir kırmızılık, gözüme çarpıyor..
Kendi kanım, küçük pıtırcıklar oluşturmuş, derimin üzerine çıkmaya çalışıyorlar.. 
Hafif bir sızlama...
ve yanma..
Hemen kolumu yıkayıp odama peçetelerle dönüyorum.. 
Kan sakinleşiyor çabucak...

Bu minik acı ve sızlama, hoşuma gidiyor.. Bir alışkanlığa çeviriyor kendini..
Terleyince, vücudumdaki tuzla beraber yanıyor..
Güneş değince, daha da yanıyor..
Beyaz tenimin üzerinde kırmızı kırmızı parlıyorlar.. 
Acımı kendi ellerimle kontrol edebiliyorum, tam o anda.. 
Acımdan utanıyorum, insanların baskılarını, 
aslında asla ellerimde olamayacak o özgürlüğün yokluğunu fark ediyorum.. 
Bakışlarındaki anlamamazlığı.. 
Acısını seven bir insan olabileceğine ermeyen akıllarına bakıyorum uzaktan.. 
Acılarımı seviyorum.. 
Onları görüp, onlara dokunabilmeyi, daha da çok seviyorum.. 

Soyut acılarla birebir, tamamen aynı bir acı, tenimdeki.. 
Önceleri hissetmeden, sonraları hafif bir sızı ile..
Daha sonra durmadan kanayarak, 
ve uzun bir müddet tazeliğini koruyarak, duruyor, olduğu yerde.. 
Sızlıyor, yanıyor, kabuk bağlıyor, bazılarının izi kalıyor.. 
Göremediğim için unuttuğum acıların aksine, 
orada bana sürekli kendini hatırlatıyor.. 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder