29 Nisan 2012 Pazar

bazen, şeytanın yeryüzündeki bulanık bir yansıması oluyorum..
bu, kalbimin hızla çarpmasına,
suçluluk duymama,
biraz pişmanlık hissetmeme,
en kötüsü de içten içe,
mutlu olmama neden oluyor..

evet, bazen kötü oluyorum..
evet, bundan mutlu da oluyorum...
evet, sizin acizliğinizi suratınıza bir tokat gibi çarpıyorum...

çalıyorum; asla pişman olmuyorum. çünkü onlar bizden her zaman çok daha fazlasını çalıyorlar..
birinin canını yakıyorum; çünkü o da bir başkasına, asla acımayacak.
fiziksel zarar; sandığınızdan çok daha eğlenceli olabiliyor. bir süre sonra, karşınızdaki gözlerin yalvaran çığlıklarına bağımlı olabiliyorsunuz..
o muhteşem aşklara bir son veriyorum; çünkü sikimde bile değil, birbirinize taktığınız kelepçeler ve söylediğiniz yalanlar.. aldatılıyorsanız, üzgünüm. benimle aldatılıyorsanız, çok zevk alıyorum!..
bir insanı asla sevemiyorum; ona ihtiyaçlarım yüzünden yakınlık gösterip, işim bittiğinde buruşturup çöp kutusuna atıyorum. bu başlarda zor geliyor..

en çok da yaptıklarımın ardından konuşulması, haz veriyor.
mutluluk oyunları,
küfürler,
övgüler...
sizin acılarınızdan, kendi anksiyetemden besleniyorum.
ben kötülük yapıyorsam,
siz bunu çoktan hak etmişsinizdir...
hepinize yukarıdan bakıyorum...

22 Nisan 2012 Pazar

sürekli uyuyabilirsin..
uyanamazsın,
yazamazsın,
okuyamazsın,
konuşamazsın,
dinleyemezsin,
ağlayamazsın,
gülemezsin,
fakat, durmaksızın özleyebilirsin..
güvelerin didiklediği kumaşlar gibi,
içini kemirip, büyük boşluklar yaratır,
özlem...
her gün ayrı bir boşluktan aşağı düşer,
ayrı bir suretin..
her biri daha fazla ağlar,
daha fazla bağırır,
daha fazla intihar eder,
daha fazla susar,
daha fazla isyan eder,
saçlarından çekerek sürükledikleri derin boşluklarda,
üzerine özlem toprakları serpip,
durmaksızın öldürmeye meyillenirler seni...
özlemekten ölemiyormuş insan..
çaresiz bir hastalıkmış,
her gün ölüp,
her sabah yeniden uyanırken,
gözbebeklerine batan dikenler olurlarmış,
her biri...
kumbaramda biriktirdiğim özlemlerimi bozdursam,
bir tutam sen etmez mi?...

13 Nisan 2012 Cuma

sanırım, siz beni öldürüyorsunuz bayım..
hayır hayır! şaka yapmıyorum... yanlış bir şeyler yapıyor olmalısınız şu an..
evet, o ellerinizdeki kan bana ait
ve dudaklarınızdaki o tebessümü de, benden çalmış olmalısınız,
hatırlıyorum..
sanırım şu an, parmak uçlarınızdaki ölüm,
derimin üzerinde geziniyor..
yanlış bir şeyler yapıyorsunuz bayım, ne olur artık uyanın!..
acımasız bir çift göz sırtımdaki,
oradalar biliyorum..
durun bayım!
açtığınız o yaraları, öylece dikmeye çalışamazsınız,
elinizdeki çuvaldız ile..
hayır bu bana yaptığınız küçük bir iyilik değil!..
gözyaşlarımı silen parmaklarınız,
kaktüs çiçekleri mi onlar?...
şimdi durun lütfen,
bir kaç adım, uzaklaşın ve kapıyı kapatırken,
tüm gücünüzle çarpın!
ben en çok o sesten korkarım biliyor musun?!
evet, o kapıyı muhakkak çarpın...
hayır bayım, beni yanlış bir saatte öldürüyor olmalısınız!
henüz gökyüzü apaydınlık..
ufak bir yanlışlık seziyorum..
kocaman bir yalnızlık seziyorum!..
ben burada kiminle konuşuyorum?..
çığlıklarım yankılanıyor,
cevap veriyorlar sanıyorum bana!
sadece yankılar oysa ki...
henüz hava kararmamış,
gözlerimi açmaya korkuyormuşum yalnızca,
yalnızca konuşabiliyor musunuz bayım?
dilimi biliyor musunuz?
öğrenmesi ne acı...
olmayan bir alfabeden cümleler kurmaya çalışmak,
ne acıklı...
o çiçekleri, koparmayın bayım..
henüz fazla masumlar..
güzel bir hediye için,
lütfen sıradaki ölümü, bana lütfedin...


***


*son romantik değil, Rachmaninoff..! Chopin, ilk ve son romantiktir! tüm saçmalıkları kabul ederim fakat bunu asla!.. 






***

11 Nisan 2012 Çarşamba

Günlerdir, omuzlarımdan aşağı dökülüyor ölüm gibi bir soğuk.. 
Parmak uçlarıma yerleşip, onları hareketsiz hale getiriyor.. 
Sayfaları çevirmek dahi zorlaşmışken, 
O adamın yarattığı dünyada kaybolmaya çalışıyorum.. 
Bir geminin demirleyebileceği onlarca liman var iken, 
bir insanın sığınabileceği tek ihtimal, 
canımı fazlasıyla sıkıyor..  
Kulağımdaki kadın, 
kimsenin bilmediği, ama benim çok iyi bildiğim bir dilde mırıldanıyor...
"Mornie alantië..."
Gözlerimle savaşmam etik mi bilemiyorum..
Kadını kıskanmıyorum.. 
Yalnızca sesini kıskanıyorum, kadifemsi.. 
Burnumda bir kahve kokusu diliyorum, 
sanırım çok şey istiyorum... 
Aklıma düşüyor bulutların arasından, 
özlemle doluyorum.. 
Sanırım, çok şey istiyorum.. 
"Belki, bir akşam yıldızı parlayabilir, gökyüzünde..."
Gözbebeklerimden aşağı dökülebilir, yeryüzüne.. 
Toprağa düşüp, yağmurun getirdiği nemli havada, 
burun deliklerinden içeri girebilir,
sana ait olan... 
Belki de, bu dünyada yaşamıyorum... 
Yaşayamıyorum... 

8 Nisan 2012 Pazar

tüm bencilliğimle dikenli tellere sıkıştırıyorum,
tüm hayallerini..
kalbini bir fare kapanına kıstırmak,
göz kapaklarını birbirine dikmek istiyorum,
tüm bencilliğim ile...
ellerinin derisi yüzülsün,
benden sonra tuttuğun bütün elleri unutsun,
silsin hafızasından istiyorum...
yeni dudaklar
ve yeni bir dil bulalım istiyorum sana,
hafızası olmayan..
bileklerine prangalar takmak istiyorum,
diğer ucu kendi bileklerimde olan..
tüm özlemlerim için vücudunda onarılmaz yaralar açmak istiyorum..
tüm gözyaşlarım en korunmasız ânında yakalayıp,
sırılsıklam etsin bedenini..
uykusuz gecelerim toplanıp, taciz etsinler yatağını..
tüm sarhoşluklarım bir çelme taksın sana, yere kapaklan, dizlerin kanasın,
bir şevkatli el olup, silebileyim istiyorum gözyaşlarını...
sen beni çirkin bir canavar,
ben kendimi aşık sanıyorum...
belki aynı köprüden atlayıp,
intihar ederiz..
oturmuş, bekliyorum...

2 Nisan 2012 Pazartesi

saçlarım, paçalarım, montum sırılsıklam olmuş bir halde,
kulağımdaki melodilerle hem yürür,
hem üşürken,
biraz da titrerken,
peşime takılıverdi..
sadece göz kırpıp geçmiştim,
o kadar üşürken,
hiç vaktim yoktu eğilip sevmeye..
benim için ilkti sanırım bu ama,
öyle olmuştu işte...
peşime takılınca dayanamadım..
gözlerinin içine bakıp başını okşadım,
burnunu sevdim,
kulaklarına dokundum..
yürümeye devam ettim,
peşimden gelmeye devam etti..
ıslanmıştı,
yetişeceği bir yer,
yakalayacağı bir otobüs,
gitmek zorunda olduğu herhangi bir yer yoktu..
ama o yine de ıslanmıştı, sırılsıklamdı..
bir apartmanın girişinde saklanmamış,
bir saçağın altında korunmamıştı,
sağanak yağmurdan..
yatıp uyumak için bile,
kuru bir yer aramamıştı..
apartmana doğru yürürken,
bahçe kapısından girmeyip beklemeye başladı...
ellerim leş gibi köpek kokuyordu,
dayanamayıp gittim,
oturdum yanına..
zaten ıslanmıştım yeterince, 
biraz da kıçım ıslansın.. 
metropol hayatında yapamadığımız kahvaltıların,
artıkları duruyordu çantamda..
yarısı yenmiş, 'ara ki bulasın peynir'li poğaçadan koparıp,
uzattım burnunun dibine kadar..
kokladı, ağzını kocaman açıp ham yaptı.
3. lokmayı yemedi, onu da ben attım ağzıma. kardeş payı! 
hâlâ oturmaya devam ediyordu benimle..
kötü kokuyordu, ıslaktı, beni de ıslatıyordu,
dünyadaki en güzel şeydi..
gözlerine bakarken binlerce şey geçiyordu aklımdan..

yolda yürürken, tanımadığımız biri bize göz kırpsa ne yaparız? ne küfürler ederiz içimizden? hangi kibirlerle çeviririz kafamızı diğer yana?..
yolda yürüyen birinin peşine takılıversek, orada durup sever mi bizi? yoksa tedirginlikle cebindeki biber gazına mı sarılır?..
bu kadar ıslakken, kim dokunmak ister, saçlarımızı okşamak, burnumuzu öpmek, gözlerimize bakakalmak...
bu kadar kötü kokuyorken, bırak sevmeyi, hangi kötü kelimeleri sıralarlar ard arda?..
sırf "sevmek" için, yemeğini paylaşmak, dokunmak, sarılmak için, kim ıslak kaldırıma kıçını koyar dakikalarca, hem de üşüyerek?..
o, ölümüne iyilik yaptığınız leş insanlar, teşekkür etmek bir yana, kuyunuzu kazarken,
onları mı tercih edersiniz, yoksa iki lokma için ellerinizi yalayan köpeği mi?..
lokmanızı kapmak için tüm gururunu ayaklar altına seren o insanları mı tercih edersiniz,
son lokmayı size bırakan o köpeği mi?..
hayatınıza, evinize, işinize her gün defalarca tecavüz eden o insanları mı tercih edersiniz,
yoksa bahçe kapısından içeri adımını bile atmayacak kadar asil, o köpeği mi?..

insanların acizliği ve doğanın mükemmelliğinden bahsetmeyeceğim.. 
çünkü bundan bir sik anlamayacak insanların varlıkları ve kurdukları cümlelere tahammülüm yok...